Suriye meselesinin arkasını önünü, siyasetçi kimliğinin yanısıra uluslararası ilişkiler, strateji ve istihbarat uzmanlığı şapkası da olan Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ ile konuştuk.

Dikkat çekici perde arkası bilgiler verdi, Suriye'deki gelişmelerle içerideki Kürt açılımının ilişkili olduğunu dile getirdi, "Türkiye'deki müzakere sürecinde aslında Suriye ayaklanmasıyla içiçe geçmiş bir süreç" dedi.

Bu operasyonunun sahibinin İsrail ve ABD olduğunun altını çizerken, Esad'ın iki önemli müttefiki Rusya ve İran arasında imzalanan "stratejik işbirliği anlaşmasının" önemine işaret etti.

Ümit Özdağ'ın, 12punto'nun sorularına verdiği cevaplar şöyle:

-Nasıl görüyorsunuz gelinen noktayı, böyle bir başarı bekliyor muydunuz HTŞ'den?

Aşağı yukarı 5 aydır bir harekat olacağı, bu harekatın ÖSO tarafından da ve Suriye Milli Ordusu tarafından da destekleneceğine dair bilgiler geliyordu.

Hatta harekat başlayacaktı durduruldu Ankara'nın baskısıyla. Nasıl biz haber aldıysak, duyduysak İranlıların haber aldığını da anlıyoruz.

-Türkiye ile bağlantıya geçtiler mi?

Eski Kudüs Kuvvetleri Komutanı, Hakan Fidan'a sordu bir harekat var mı diye, o da olmadığını söyledi. Özetle, herkes bir operasyon başlayacağını biliyordu. Şimdi öğreniyoruz ki özellikle İngiliz basınında çıkan haberlerden, aslında 5-6 ay önce değil, Beşar Esad'ı devirecek bir saldırının hazırlıkları bir sene öncesinden başlamış.

ABD'nin Al Tanf bölgesinde, biliyorsunuz Lübnan sınırında Ürdün bölgesinde bir askeri üssü var. O üssü kullanarak Irak'tan Suriye'ye İran geçişlerini engellemeye çalışıyorlardı. Burada oluşacak bir paramiliter birliği - aşağı yukarı 300 kişiydi, daha sonra sayısı artmış - bu operasyon için hazırlamaya başlamışlar ve bilgilendirmişler. Ayda da bu birliğin mensuplarına Esad'ın kendi askerlerine ödediğinin 12 katı 300 dolar para ödüyorlardı.

Bu arada tabi Gazze operasyonunun başlaması sonrasında İsrail'in sadece Gazze'yi ve arkasından Hizbullah'ı Lübnan'da vurmadığını aynı zamanda Hizbullah güçlerine yönelik olarak Suriye'de de stratejik bir bombardıman yaptığını biliyoruz. Rusya da Ukrayna savaşından ötürü hem hava kuvvetlerinin önemli bölümünü ve seçkin kara kuvvetlerinin önemli bölümünü Suriye'den çekmiş, Ukrayna cephesine konuşlandırmıştı.

Özetle askeri anlamda Esad'ı ayakta tutan iki müttefiki yani Rusya ve İran'ın Suriye sahasındaki gücü çok azalmış ve İsrail saldırılarıyla İran'ın alt müttefiki olan Hizbullah da ağır bir darbe almıştı. Üstelik Hizbullah'ın Suriye'deki güçleri, Lübnan'daki ağır saldırılarından ötürü büyük de bir moral bozukluğu içindeydi. İşte böyle bir ortamda bu saldırının olmamasının tek güvencesi aslında Türkiye, Rusya ve İran arasında yapılan Astana anlaşması ve Astana ittifakıydı.

-Bu güvence nasıl ortadan kalktı?

Türkiye Astana ittifakından 27 Kasım sabahı çekildiğini ortaya koydu. Tabi daha önceden Rusların ve İranlıların bundan haberi olduğunu söyleyemeyiz. Başladı HTŞ saldırısı. O sabah Suriye ordusunun kendi arasındaki iletişimi kopartan bir elektronik harp çalışmasının da yapıldığını biliyoruz. Bazılarına göre bunu CENTCOM yaptı, başka bir bilgi yok, bunu başkasının yaptığına dair. Putin'in ifadesiyle 350 tane HTŞ'li Halep'e girdiği zaman şehirde bulunan 30 bin rejim askeri ve Hizbullah militanı Halep'i boşaltmaya başladılar.

-Peki, neden direnmediler, direnemediler? Mesele psikolojik mi? Yoksa bir takım askeri...

Ama yine görüyoruz ki İran kaynaklarından, direnmek isteyen Halep'teki İran güçlerinin komutanı toplantı sırasında Suriyeli bir general tarafından vurularak öldürüldü. Yine Suriye ordusu içerisinde general seviyesinde infazlar yapıldığını da biliyoruz. Ve Hizbullah'ın 50 km'lik bir karşı saldırısı olduğunu ve bu saldırının Şam'dan hiçbir emir gelmemesi üzerine Hizbullahçılar tarafından da "biz neden savaşıyoruz" diyerek durdurulduğunu ve geri çekildiklerini biliyoruz.

Özetle hiç kimsenin ve Erdoğan'ın da beklemediği bir şekilde cephe çöktü. Suriye ordusu ortadan kayboldu açıkçası savaşmadan teslim oldu. Hatta Erdoğan Hama, Humus civarında bir set oluşturularak direnç sağlanacağını düşünmüş olacak ki o da şaşırdı ve inşallah kazasız belasız Şam'a varırlar dedi.

-Bu cümlesi ilginç değil mi?

Şimdi bu, isyan ve savaş tarihinde belki kullanılmış en ilginç ifadelerden bir tanesi. Ya bahsedilen şey Halep Şam arasında turizm seferi yapan Varan turizm değil, bir iktidarı devirmek için bir devleti devirmek için kuzeyden güneye inen isyancı güçler. Hakikaten kazasız belasız vardılar herhangi bir çatışma olmadan. Yani sistem dağıldı. Bu biraz Irak ordusunun çözülüşüne benziyor. Kesnezani tarikatı biliyorsunuz içeriden sızmış ve büyük birliklerin savaşmadan çözülmesini sağlamıştır. Amerikalıların büyük paralar vererek generallari satın aldığını duymuştuk aynı çalışmanın burada da yapıldığı anlaşılıyor. Ama detaylar daha sonra meydana çıkacak.

-Türkiye'de iktidar bunu içeride nasıl kullanır?

Tabi şimdi AKP medyasında büyük bir zafer algısı oluşturulmaya çalışılıyor. Önce bu konunun bir zafer mi, kimin için zafer olduğunu, bu proje kimin projesi sorusuna cevap vererek ortaya çıkartabiliriz. Biliyorsunuz 1949'da İsrail kuruldu. Kurulduktan sonra üç tane savaşla varlığını bölgede ispatlamak zorunda kaldı. 49 savaşı, 67 savaşı ve 74 savaşı. 49'da ve 67'de ciddi başarılar elde etti. Çevredeki bütün Arap ordularını ağır mağlubiyetlere uğrattı. Hep şunun da farkına oldu. Bir Arap denizinin içinde İsrailin dostlara ihtiyacı vardı. Bölgede iki ulus vardı. İran ve Türkiye. Onlarla da her ikisi ile de iyi ilişkiler geliştirdi. Ancak 1960'larda Arapların Prusyası denilen Irak'da KDP'yi keşfetti.

-Kürtlerle yakın ilişki bu tarihten sonra mı?

Evet, KDP ile MOSSAD ilişkileri başladı. 1974 Savaşı'nda her iki taraf ne yendi ne yenildi. Bunun üzerine Henry Kessinger'in Bernard Davis'i çağırıp üstelik ilk kez Abbasilerden sonra ortak hareket ederek petrol ambargosu uygulayan Arapları bölme için ne yapabiliriz sorusunu sorduğunu görüyoruz. Bernard Davis de bir ekiple çalışma yaparak kendisine şu cevabı veriyor, Osmanlı döneminde olduğu gibi ulus devletleri etnik ve dilsel özerk bölgelere bölelim.

-Sonra...?

Sonra 1982'de Dünya Siyonist Örgütü'nün yayın organı olan Kivunim Dergisi'nde - Türkçe Yönler demek - Odet Yinon orada bir makale yazdı ve bu makalede İsrail'in güvenliğinin Irak'ın üçe Kürt, Sünni ve Şii diye, Suriye'nin ise Halep'de bir Arap devleti, Şam'da onunla rakip başka bir Arap devleti, Nusayri ve Durzi devleti diye dörde bölünmesiyle mümkün olabileceğini söyledi. Burada bu dört bölümden hareket etmesinin nedeni şu; 1936'da Fransız işgal güçleri de Suriye'yi böyle bölüyorlar idari anlamda. Dikkat edin Irak'da Kürtlerden bahsetmesine rağmen Suriye'de hiç Kürtlerden bahsetmiyor. Kürt oranı o zamanda Suriye'e çok az, şimdi de çok az. Şimdi de çok az oransal olarak. Üçüncü büyük etnik grup bu anlamda. Araplar, ikinci olarak Türkmenler geliyor.

-Yanlışım varsa düzeltin, Kürtler zaten Suriye'nin yerlisi değil, değil mi? Sonradan bölgeye göç etmişler?

Sonradan gelen de var ama çok eser miktarda olan da var. Kamışlı bölgesinde. Özetle, Odet Yinon'un projesinin geliştirilerek devam ettiğini görüyoruz. Biliyorsunuz 1990'da SSCB'nin yıkılması sürecinde Irak Kuveyti işgal ediyor, sonrasında Irak'a yönelik askeri operasyon, fiili bir devlet yapısı kuzeyde oluşturuluyor. Ve bunu, 2003'de işgal takip ediyor. Şimdi 1990'dan 2024'e kadar olan 34 sene içinde bölgede iki Arap devleti bölünüyor ve birisinde Kürdistan hukuki, diğerinde fiili olarak oluşturuluyor. İsrail Golan tepelerini işgal ediyor ve su kaynaklarını kontrol altına alıyor. Ve Deyrülzora uzanan yol üzerinden PYD ve PKK ile de bir stratejik temas sağlama arayışı içerisinde. Duruma bu çerçeveden bakıldığında bu operasyonun sahibi İsraildir, ABD'dir ve bu çerçevede bu başarıyla gerçekleştirilmiş bir İsrail operasyonudur.

-Türkiye bu operasyonunun neresinde?

Suriye'de bir rejim devirme operasyonunun başlayacağını ilk açık olarak duyduğumuz nokta 2009'da İngiliz Dışişleri Bakanının Fransız Dışişleri Bakanına bir toplantıda, biz Suriye'de bir istikrarsızlaştırma operasyonu yürürlüğe koyuyoruz, bize katılır mısınız diye sormasından biliyoruz.

Peki 2009'da İsrail ilişkileri nasıl, Suriye ilişkileri nasıl mükemmel. 2010'da nasıl mükemmel, 2011'e kadar mükemmel. Bu proje bizim projemiz değil. Yani AKP'nin aklında bu proje başladığı zaman Suriye'de Beşar Esad rejimini düşürmek yok. Hatta ortak kabine toplantıları yapıyor, yatırımlar yapıyor. Hatta en son iki ay önce bölgeye Sanayi Bakanının başkanlığında bir işadamı heyeti gidiyor.

Yani bu operasyon Suriye operasyonu büyük ifadeyle İsrail, İngiliz, Amerikan operasyonu, Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi bu operasyona 2011'de çok sonradan biniyorlar. Ama daha önce Türkiye'de bu operasyonun mümkün kılınması için PKK ile bir müzakere süreci başlatılıyor. Çünkü PKK ile müzakereler olmasa Suriye'de PYD'nin bu şekilde kullanılmasına Türkiye müsade etmeyecek. Yani Türkiye'deki müzakere süreci aslında Suriye ayaklanmasıyla içiçe geçmiş bir süreç.

-Sonrasında ne olur?

Şimdi Beşar Esad'ın devrilmesinden sonra devletsiz bir durum ortaya çıkmış, HTŞ el koymuş durumda ve bu arada İsrail HTŞ'nin kullanabileceği tüm ağır silah ve cephanelikleri havaya uçurarak bir anlamda HTŞ'yi kalaşnikof gücüne indiriyor. Ve öte yandan PYD'nin elindeki son model silah sistemleri ise varlığını sürdürmeye devam ediyor. PYD'nin bir zaafı var mı, var o da insan kaynakları daha kısıtlı Araplara oranla. Ama bu aşılmayacak bir sorun değil. Bu insan kaynaklarını Irak'dan takviye etmesi ve Türkiye'den de takviye etmesi PYD'nin mümkün.

Şimdi HTŞ Lideri Golani bir ulusal kongre kurarak bin 200 ile bin 500 arasında bu kongreden kendisinin geçici başkanlığını çıkartmaya çalışıyor. Bu kongreye davet edilen kimse yok yani parti olarak. İsim isim davetler gerçekleşecekmiş. Tabi bunu diğerlerinin kabul edip etmeyeceğini bilmiyoruz daha. Ve Golani'nin kafasındaki Anayasa taslağının şu anda bir üniter devlet olduğunu söylüyorlar. Türkiye'nin de baskısıyla. Ancak fiili olarak bir üçe bölünmüş Suriye var. Bu Nusayri bölgesi, Sünni Arap bölgesi ve PYD'nin kontrol ettiği PKK bölgesi. Bir gerçek daha var, Suriye'de ikinci büyük etnik grup Türkmenler.

Türkiye nasıl bakıyor bu meseleye?

Türkmenlerin kendi bölgelerindeki taleplerine Ankara'dan olumlu bakılmadığını görüyoruz. Ve ABD'nin ve HTŞ'nin şimdiye kadar bu konuda suskun kaldığını görüyoruz. Özetle Suriye'nin önünde bundan sonra çok büyük bir sınav var. Golani, bir demokrat değil. Olması mümkün de değil, geldiği gelenek itibarıyla. Yani Beşar Esad diktatoryası gitti, yerine bir parlamenter demokrasi geldi, dememiz mümkün değil. Devletin, Şeriat devleti olarak kurulması girişimi hem PKK/PYD'nin hem Nusayrilerin hem de laik sistemi destekleyen Suriyelilerin tepki göstermesini ortaya çıkaracak ve Suriye toplumu böyle bir gelişme olursa ki, olması çok muhtemel, bir de bu eksende bölünme yaşayacak. Şeriat ve laikler ekseninde. Bu da laiklerin en güçlü kanat çevresinde toplanması sonucunu beraberinde getirebilir. Yani eski Baasçılarla PYD yanyana gelebilir, Nusayriler yanyana gelebilir. Nitekim, 4. Tümen ki biliyorsunuz, en güçlü rejim askeri gücüydü. Şu anda PYD bölgesinde. Irak'a gittiler ve PYD bölgesine geri geldiler.

-İran ile Rusya'nın bu sürecin neresinde. Gerçekten sahada bozguna mı uğradılar?

İran ve Rusya bir stratejik ittifak anlaşması imzaladılar. Ve bu stratejik ittifak anlaşması büyük önem taşıyor, detaylarını bilmemekle birlikte İran'a bu anlaşma açıklandığı kadarıyla Rus silah sistemlerinin tamamına erişim hakkı veriyormuş.

-Bu ne demek?

Bu şu anlama geliyor; Rusya, ABD ve İsrail'e şu mesajı veriyor: Eğer burada nükleer santrallara saldırırsanız, nükleer silah yapıyorlar diye, saldırmanıza gerek yok, ben silahı İran'a kendim veririm. Bu cepheyi oluşturduktan sonra Rusya kendi liman bölgesini korumaya çalışacak, çok büyük bir bölge. Bunun için de HTŞ ile pazarlık yapacaktır. Ama öte yandan İran da Suriye içindeki müttefikleriyle muhakkak destabilize edici eylemlerde bulunacaktır diye düşünüyorum.

Editör: TDH Türk Haber